Beni az buçuk tanıyanlar, kahveye olan merakımı bilirler. Blogda da birkaç yazı ile konuya değinmiştim ama yine bir değinesim tuttu. Dilerseniz yazımı okumaya başlamadan evvel, bir fincan kahve alın, varsa imkânınız Ella Fitzgerald Hanımefendi’nin şarkıları eşliğinde kendinizi bu keyfe bırakın.
Dün Nescafe reklamına takıldım. Sade, eğlenceli, kendi halinde, alışkın olduğumuz reklamların dışında bir çalışma. İzlerken tebessüm ediyorum. (Bir de Turkcell’in bizi duygulandıran reklamı var ama ona girmeyeceğim. Aynı anda hem “bir adam vardı canı sıkılan” hem de “Turcell’le bağlan hayata” gibi iki çalışmayla yüklenmenin mantığını anlayamadım.) Burada beni asıl ilgilendiren yeni Nescafélerin ambalajı ile Cafecrownların ambalajlarının benzerliği. Size de öyle geliyor mu? İkisinin fotoğraflarını koyup karşılaştırmaya tabi tutsam sizi ne dersiniz?. Bir yanda Cafecrown bir yanda Nescafé derken, dünyada saniyede 3000 fincan Nescafé içildiğini öğrendim. Aklıma da başka oyuncu yok mu bu kulvarda kardeşim? sorusu geldi.
Eğer işbaşında yahut evde isem, GS kupamı kahve ile doldurup, kokusunu ciğerlerime çekmekten müthiş keyif alıyorum. Eğer dışarıda bir yerlerde kahve içeceksem, tercihim Gloria Jean’s oluyor. Starbucks ise, sırf kağıt bardakta kahve sunduğu için kaybediyor beni. Kahve keyfini en iyi koca bir bardakta, minik kurabiyeler, çikolatalar, ince bir müzik ve iyi bir dost ile alırız. Biri eksik olsa, keyif yarım kalmış gibidir. Ama asıl kahveyi kahve yapan “kokusu”dur derim, başka da bir şey demem. Eminönü’nde Kurukahveci Mehmet Efendi’nin kahveci dükkanının önündeki kuyruktakilerin ve oradan geçenlerin neye tav olduğunu sanırsınız? Ben kokusuna tav olurum da, sizi bilemem azizim:) Yani ister hazır kahve, ister filtre kahve, ister aromalı, ister Türk Kahvesi, ister Espresso kahvesi. Tercih her ne olursa olsun, koku mühimdir. Bu hazır kahvelerde de iş biraz çığırdan çıkmıştır ki sormayın. Kimi 10.000 çeşidimiz var diyor, kimi 15.000. Çeşit ne kadar olursa olsun, keyif tektir. İyi keyifler, güzel içimler.